Türk milletinin Türkiye coğrafyasında var oluşundan rahatsız olanların geçmişi epeyi gerilere gider. Bizim bu coğrafyaya yoğun olarak gelişimizin tarihi olan Malazgirt'e kadar gerilere. Bilindiği gibi Malazgirt'ten hemen sonra 1074 veya 1077'de Anadolu Selçuklu devleti İznik'te kuruldu. Yani Bizans'ın burnunun dibinde. Bizans ve Hıristiyan dünyasının bundan rahatsız olması son derece tabiidir. Nitekim hemen harekete geçildi ve 1096'da ilk haçlı seferi yapıldı; Türkler Konya'ya itildi. Ancak ne haçlı seferleri, ne Bizans Türk'ün yayılışını engelleyemedi ve birkaç yüzyıl içinde Anadolu ve Balkanlar fethedildi. Hıristiyan Avrupa ile mücadelelerin temelinde hep bu olgu yatar. Türk'ü Balkanlardan ve Anadolu'dan atmak. Bunun Balkan kısmı gerçekleştirilmiştir. Sıra Anadolu'dadır.
Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önderliğinde Türk milletinin Millî Mücadelede gösterdiği direniş olmasaydı Anadolu'da da boğulacaktık. Başarıya ulaştık ve önderler devleti yeniden düzenlediler. Sorunuzdaki "temel nitelikler" üzerinde. Bence "milliyetçilik" temeli üzerinde. Çağdaşlık da lâiklik de milletin yücelmesi içindir. Kaçınılmazdı ve kaçınılmazdır. Milletlerin ve toplumların asırlara yayılan ülküleri birkaç yılda, hatta onlarca yılda değişmez. Hıristiyan Batının ülküsü de değişmemiştir. Sadece yöntemler ve söylemler değişmiştir. Elbette farklı düşünen batılı aydınlar vardır. Ancak bu, genel tutumu değiştirmez: Hıristiyan Batı, Türk'ün Anadolu'da bulunmasından rahatsızdır. Bunun gereğini de yapmaktadır. Bunun gereklerinden biri de içerden müttefikler kazanmaktır. Potansiyel müttefikler de kendilerini Türk hissetmeyenlerdir. Türk olduklarını bildikleri hâlde zayıf karakterli (ün, para vb. düşkünü) oldukları için veya genç yaşlarında enternasyonalist fikirlere kapıldıkları için Batı ile ittifak yapmaya hazır aydınlarımız da vardır ve az değildir. Sorunuzda sıraladığınız grupların ortak paydası "enternasyonalist" olmalarıdır. Enternasyonalizm, "nasyonalizm"in yani milliyetçiliğin zıddıdır. neoliberaller de Marksistler de siyasal İslâmcılar da enternasyonalist oldukları için milliyetçi olmazlar ve çok defa milliyetçiliğe düşman olurlar. (Bu arada, enternasyonalizm gibi mahalliciliğin -Antep, Muğla, Çankırı köylüsü gibi yaşama tercihi- aksi yönden milliyetçiliğe zıt olduğunu belirtmeliyim.) Demek ki "yazılı basın ve TV'lerde kol kola giren" cephenin üç kaynağı var: 1) Kendilerini Türk hissetmeyenler, 2) Zayıf karakterli olanlar, 3) Genç yaşlarında enternasyonalist bir ideolojiye kapılanlar. Bütün bu gruplar, tabiatlarının ve düşüncelerinin gereğini yaparak kol kola giriyorlar.
Bana göre asıl tehlike ne Hıristiyan Batı, ne de bu gruplardır. Asıl tehlike, bu gruplardan olmadıkları hâlde geniş kitlelerin, bu düşmanlık ve fesadı fark etmemeleri ve dolayısıyla gerekli tutum içinde olmamalarıdır. Dede Korkut Destanlarında denildiği gibi: Ol zamanda Oğuz beyleri yedi gün uyurlardı, buna küçük ölüm derlerdi. Oğuz’un başına ne gelirse bundan gelirdi. Yeniden
"küçük ölüm"e uğramamak, sonunda da büyük ölümle, yani yok oluşla karşılaşmamak için uyanık olmamız gerekir. Bana öyle geliyor ki bugünkü en zayıf tarafımız, dine karşı olan sevgimizdir. Bu sevgi dolayısıyla, enternasyonal güçlerle iş birliği hâlinde olan ve fakat en çok da kendilerinin dindar olduğunu ileri sürenlere karşı kayıtsız ve hatta sempatizan durumda olabiliyoruz. "Dinî ideoloji"ye sahip olduklarını söyleyenler ile İslâm düşmanı Marksist ve neolibarallerin ve Hıristiyan dünya oyuncularının aynı ipte oynamaları, aslında dinini seven insanımızı uyandırmalıdır. Bu uyanış olmadıkça tehlike devam edecektir.